Nedir kalkınma? Nasıl gerçekleşir? Şu toplum niçin kalkınmış öteki neden çökmüştür? Sorun; din, teknoloji ve medeniyet merkezli mi yoksa düşünce ve kültür mekezli midir? İşte kalkınmanın bu temel sorunu birçok tarihçi ve düşünürün zihnini meşgul eden -halen de meşgul eden- meselelerdendir kuşkusuz.
Eski tarihten beri hatta günümüzde dahil olmak üzere, tarihçiler, şu aşağıdaki kronolojiyi takip ederek kalkınma ve çökme hareketlerini yorumlamaya çalışmışlardır.
• Eski tarihte alem, Mısır, Sumeri, Eşveri, Babil, Fars, Yunan v.b. birçok hadaretin doğuşu ve yok oluşlarına şahit olmuştur. Bu döneme damgasını vuran büyük kalkınma ise, İtalya -Roma- şehrinden kalkıp Avrupa’yı, daha sonra bütünüyle orta denizi kapsayıcı mahiyette havzaya yayılan Roma hadaretinin doğuşudur.
• M. 5 asrın, yani orta çağın başlaması ile Roma İmparatorluğu yıkılır, kalıntıları üzerine geri kalmışlığı ve çökmüşlüğü ile temayüz etmiş ortaçağ hadareti Avrupa’da kurulur. “Karanlık çağ” diye isimlendirilen bu gerileme ve çöküş çağı, -yeni çağa- kadar Avrupalı üzerinde asırlar boyu süregelen bir karanlık kabus devresi olmuştur. Avrupa o dönemlerde bunları yaşarken doğu ise büyük bir kalkınmaya sahne oluyordu. Ki şüphesiz bu M. 7. asrın başlarında doğan İslâm güneşi ile idi. Nitekim çok kısa bir dönemde İslâm yayılmış ve sınırları doğuda Çin’e, batıda ise İspanya’nın -Endülüs'ün- kazanılmasından sonra Avrupa’ya yayılıp Fransa sınırlarına ve Atlas Okyanusu’na dayanmıştır. Bu hadaret asırlar boyu İslâm toplumuna ışık tutmuş ve bu süreç içerisinde İslâm alemi, tüm toplumların gözdesi ve diğer halkların gözünde yeryüzü cenneti ve ilgi odağı olma şansını sürdürmüştür.
• Yeni çağda yani, 15. asır ile gündeme giren kalkınma çabaları çağdaş batı tarihinin başlaması ile meyvelerini verdiği bu dönem, İslâm hadaretinin çözülüşü ve Müslümanların yoğun çöküş tirendini yaşadığı bu dönem, bilinen günümüz batı hadaretinin doğuş tarihi olan M. 18. asrın sonlarına tekabül etmektedir. Nitekim bu dönem içinde (19. asrın sonları ve 20. Asır) İslâm alemi hızlı bir çöküş sendromu yaşamıştır.
• 20 asırda da dünya, (M.1917’de) hayat bulan komünist ideolojisi ve yeni bir kalkınma hamlesi ile karşı karşıyadır. Ancak komünizm 20. asırda uluslararası devletler planında büyük rol oynamasına rağmen, hadaretler tarihinde 70 senelik kısacık ömrü ile belki de hadaretlerin en kısa ömürlüsü olmuştur.
İşte tarihçi ve düşünürlerin kalkınma ve çöküş hareketlerinin tarihi sürecine yaklaşımları böyle. Kimileri de hadareti; kalkınması, zirveye ulaşması, daha sonrada çöküş devresi ve yok oluşu şeklinde izah ederek bir anlamda insana benzetmişlerdir. Nitekim insan yaşamı; doğması ile başlar sonra gençlik süreci aşılıp büyüme ve olgunlaşma devresi ve daha sonra gerisin geriye çöküş; ihtiyarlık ve acziyet devresi ve sonunda ölüm. Bu bağlamda hadaretlerin doğuşu ve çöküşünün de doğal tabii bir süreç olduğu vurgulanıyor. O düşünürlerden bir tanesi Alman filozofu Spengler (ö. 1936) diyor ki: "Şüphesiz tarih spesifik/bağımsız hadaretlerin oluşumu ile doludur. Ve her bir hadaretin, doğuş aşaması, parlayışı ve ölüm aşaması şeklinde- kaçınılmaz kaderi vardır. 19. asırda başlayan batı hadareti -kapitalizmin- çöküş evresini yaşamaktadır. Parlak dönemi ise feodal/derebeylik döneminde idi.”(Felsefe Ansiklopedisi;spengler Bölümü)
Bazıları ise bu hadaretin -kalkınmanın-, toplumun ya içeriden yani toplum içindeki gruplar ve tabakaların birbiri ile olan çatışması yada dış merkezli olarak o toplumun diğer faklı toplumlarla çatışması yolu ile söz konusu toplum içerisinde bir duyarlılığın ve toplumda bir hareketliliğin oluşması ile doğacağını söylemişlerdir.Bunlardan birisi de İngiliz tarihçisi, Toynbee (ö. 1975), “Şüphesiz alem kendine özgü doğuş, olgunlaşma, iniş, bölünme ve parçalanma- şeklinde çeşitli aşamaları olan hadaretlerin yarattığı büyük iniş ve çıkışların, çalkantıların serüvenini oluşturduğu bir yolu almaktadır.”(Felsefe Ansiklopedisi; Toynbee Bölümü) Tarzında kalkınma sürecini yorumlarken Spengler ile görüşlerinde paralellik arz ediyordu. Ancak Toynbee kalkınma fenomenine ilişkin zikrettiğimiz farklı yorumu ilave etmektedir.”(Ammad ed-Din Halil; Islamin tarih yorumu; s. 74) Hadaretlerin çöküşü ile ilgili yorumda ise Toynbee, bu noktadaki etkenin, hadaretlerin sürekli olarak karşılaştıkları tehditlere yönelik, ilk başlangıçta olduğu gibi, insanların, söz konusu tehditlerin önünü sürekli olarak almaktan aciz kalmalarını başa çıkılmaz oluşlarını görmektedir. Konu ile ilgili olarak Toynbee diyor ki: "Toplumların herhangi birisinde, büyük çoğunluğun halkların yerine jakoben/baskıcı bir uygulamayla merkezi yönetimi korumaya çalışan egemen azınlıklar işbaşına gelir ise bu, hakim sınıftaki bu yanlış değişiklik hakim azınlığın reflekslerinden uzak, kendini dokusu ve hürriyet alanlarına çekmesinden sakınan bir halk yığınının, proleterya sınıfının gelişmesini kamçılayacaktır. Böylece sadece, toplumun içindeki bir tabakanın mücadelesi, hadaretinin gelişme dönemlerinde görülmesi mümkün olmayan bir parçalanmışlığı ve ardından da o hadaretin çöküşünü hazırlamaktadır.”(Ammad ed-Din Halil; Islamin tarih yorumu; s 84)
Yine beşeriyetin sürekli olarak kalkınmaya doğru bir ilerleme ve gelişme halinde olduğunu; bir toplum ile diğer bir toplum arasında çökmüşlük veya kalkınmışlık noktasında gördüğümüz farklılığı; söz konusu toplumun ilerleme yolunda diğerlerinden biraz önde oluşundandır. Geri kalmış diğer toplumların da o düzeyi yakalamalarının olası olduğu görüşünü ileri sürenler vardır. Belli bir kalkınmışlık düzeyinden sonra inişe geçen bir topluma da; o toplumun belirli bir sürecin değişikliğinin getirdiği bir donukluk, tersine iniş/çöküş durumunu yaşadığı ancak kalkınmışlığını yeniden gerçekleştirmesi ve öncesinden daha da yüksek düzeyde bir ilerlemeyi yakalaması için, içinde bulunduğu çökmüşlük konumunu aşmasının hiçte zor olmayacağı bilakis bunu başarabileceği üzerinde de durmaktadır tarihçiler.
Aynı yorumu her iki meşhur düşünür Hegel ve Marks da bulabiliyoruz. Ancak Hegel insan toplumu için en uygun ve en ileri konjektürün Batı ülkelerinin ulaştığı Libarel kapitalist sistem olduğu görüşünde iken Marks ise; toplumun en ileri ve düzeyli yaşamının sosyalist devlet yapısının oluşumunu takip eden tam bir komünist aşama olduğu görüşündedir.(Felsefe Ansiklopedisi; Hegel bölümü) Görüldüğü gibi Marks ve Hegel arasında böylesi büyük farklılık vardır.(El-Esadir Makantayr; Alüm El- Fikri´s- siyasi kitabindan bir makale)
Günümüzde özellikle de Karl Marks’ın teorisinin, pratik anlamda modelinin çökmesinden sonra kitabında, kendi dışında tüm yaşam modellerine egemen olmuş olan Amerikan Liberal modelinin başarısı ile tarihin en son noktasına ulaştığını müjdelediği "Tarihin sonu ve en son insan" adlı kitabının yayınlanması ile şöhret kazanan Japon asıllı Amerikalı yazar "Francis Fukuyama" günümüzde Hegel’in teorisini canlandırmaya çalışanlardan birisidir.
İşte Tarihçi ve düşünürlerin kalkınma ve çöküş hareketine getirdikleri yorumların bir kısmı. Ben kısaca, tarih boyunca kalkınma hareketlerini anlamak ve kalkınmaya yönelik felsefi bir bakış açısı belirleme çerçevesinde yapılan ve ortaya konulanlarla ilgili okuyucu için ışık tutmak istedim. Bundan dolayı bunun için özel bir bölüm ayırmayacağım. Çünkü modern dünyamızda entelektüel çevrelerde egemen olan gündem bu değil. Yalnız özellikle komünizmin çökmesinden sonra -ve- komünizmden çok da farklı olan günümüz hakim teorisi, ve modern entelektüel kimliğin çoğunlukla etkilendiği Batı liberalist düşüncesi üzerinde duracağız ve gelecek bölümü buna ayıracağız.
Kalkınma ve çöküş hareketlerini yorumlarken yaklaşımımız söz konusu tüm teorileri eleştirir mesabede olacaktır. Başarı Allah’tan ve yöneliş de O’nadır. (Subhanehu ve Teala)